Bugüne kadar birden fazla kez hırsızlık macerası yaşadım, ama bende en derin izler bırakanı, 2001 senesinde üniversite 2. sınıfta okumakta iken yaşadığım, o günden bugüne içimde yer etmiş olan ikinci hırsız maceramdır. O dönemde büyük olay yaratmıştı arkadaş ve akraba çevresinde. Halen yeni tanıdığım insanlara da lafı açılırsa anlatıyorum bu ibretlik hikayemi. Her anlattığımda yüzlerdeki o şaşırma, hayret ve dehşet ifadesini izlemek, "aman tahtalara vuralım", "horoz kestiniz mi?", "verilmiş sadakan varmış" gibi cümleleri tekrar tekrar duymak benim için artık bir hobi haline geldi. İşte o yüzden hırsız maceraları yazı dizime ikinci ve en büyük maceramdan başlıyorum. İleriki zamanlarda birinci, üçüncü ve dördüncü hırsız maceralarımı da anlatacağım.
Bana bu ölümsüz macerayı yaşatan hırsızı, ekşi sözlükte de yazdığım gibi aşağıdaki şekilde tanımlamak istiyorum:
Kendisi, Bostancı'daki giriş katındaki evimize bir cuma gecesi saat 04:00 sularında, ben evde yalnızken girmiş olup, odama girmesiyle birlikte beni de aynı anda yataktan fırlatmıştır. Kaçıp gitmekten ziyade, yaklaşık 1 metre ötemde durmaya devam etmiş, kimsin, nesin, nereden girdin gibi sorularımdan sonra, gayet düzgün olan şivesiyle (sanıyorum benimle aynı yaşlardaydı) balkondan pimapen kapıyı açıp girdiğini, bu tarz pencereleri açma işinde usta olduğunu (biz pimapeni zırh gibi zannederken, aslında en kolay açılabilecek mekanizmaya sahip olan bir sistem olduğunu maalesef bu olaydan sonra öğrenmiş bulunduk...), bir art niyeti olmadığını, yalnızca paraya ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Bir de parası olunca paramı geri getireceğine dair şeref sözü (!) vermiştir. "Altın var mı?" şeklindeki sorusunu, hayır yok ben öğrenciyim, bak bu da okul çantam şeklinde arkasında durmakta olan çantamı göstermek suretiyle (hatta sanıyorum o sırada çantayı eline aldı) cevaplayarak kendisini evin "öğrenci evi" olduğu yönünde gecenin o saatindeki sersemlikle ikna etmeye çalışmıştım. Allahtan annen baban yok mu evde, bu nasıl dayalı döşeli öğrenci evi falan diye sormadı. Sanıyorum o da bu yaşadıklarından ötürü biraz şaşkındı(!). Aradan geçen birkaç dakika içerisinde, gözüm karanlığa alışınca iki elinin arasında gererek tutmakta olduğu ince bir tel olduğunu farkettiğim ve biran önce evi terketsin diye öğrenci halimle tek malvarlığım olan gözümden sakındığım Nokia 3210 cep telefonumun içindeki sim kartını -ne akla hizmetse-kendimde tutmak suretiyle önce arka kapağını, sonra pilini ve sonra cihazın kendisini, akabinde az buçuk biriktirdiğim harçlığımı kendi ellerimle birer birer teslim ettiğim bu kişi, yaklaşık 10 dakikalık bir muhabbetten sonra camdan atlayıp olay mahallini terketmiş, beni de olay tarihinden itibaren 1 sene boyunca xanax'larla uyumaya mahkum etmiştir. Ardından çağırdığımız Bostancı Polis Karakolu'nun yardımsever(!) polis memurları da kahkahalar atıp, "vaay demek hırsızla konuştun" diyerek güne neşeli başlamışlar ve ardından onlar da olay mahallini terketmişlerdir.
Hırsızla yalnız başıma, aramızda yalnızca 1 metre mesafe var iken geçirilen o 10 dakika boyunca -ki bana saatler gibi geldi- ölüm, boğuşma, tecavüz, bayılma, taciz, temas, evinde yabancı birinin dolaşması, savunmasız kalakalma, beni kim koruyacak, sesimi kim duyacak, anne, baba, imdat, dualar, Allah'a yalvarmalar, soğukkanlı olmaya çalışmak, malını koruma ve sahiplenme güdüsü, hırsızın suyuna gitmek, karşındaki yabancının ne yapacağını kestirememek, kendini acındırmak gibi karmakarışık düşünceler aldı götürdü beni... Bu duygular asla tarif edilemez, kimseye de yaşatmasın Allah. Çünkü o 10 dakikalık tarif edilemez korku ve endişenin izleri, 10 yıl bile geçse üzerinden, beyninizden silinmiyor.
Ek bilgi 1: Gözlerim ileri derecede miyop olup, lens kullanmaktayım ancak geceleri lensi çıkartırım. Bu duruma şükretmekteyim, çünkü hırsızı görmüş olsaydım yüzü ömür boyu gözümün önünden gitmeyecekti.
Ek bilgi 2: Annemle beraber yaşadığımız evde neden yalnız olduğum sorusuna gelince, annem o haftaya mahsus olarak cumartesi günü çalışmak zorunda kaldığından, cuma akşamı çıkışta işyerine yakın bir arkadaşının Etiler'deki evine uğramıştı. O güne kadar onlarca kez evde yalnız kalmış olmama rağmen, "eve döneyim mi?" şeklinde birkaç kere ısrarla sormuştu, ben de "ne gerek var, nasılsa yarın da o tarafa gideceksin, boşver kal orada, ben nasılsa yalnız kalırım sorun değil" şeklinde ısrarla kendisine yanıt vermiştim. İyi ki de gelmemiş, çünkü annem benim kadar soğukkanlı bir insan değil, bağırırdı, adam üstümüze saldırırdı belki, belki onun çantasını da alırdı, belki de annemin tansiyonu fırlardı, daha kötü şeyler de olabilirdi... Bu duruma da şükretmesem de, Pollyannacılık oynamaktan başka çözüm yok. Kader, kısmet, can sağlığı diyelim.
Ek bilgi 1: Gözlerim ileri derecede miyop olup, lens kullanmaktayım ancak geceleri lensi çıkartırım. Bu duruma şükretmekteyim, çünkü hırsızı görmüş olsaydım yüzü ömür boyu gözümün önünden gitmeyecekti.
Ek bilgi 2: Annemle beraber yaşadığımız evde neden yalnız olduğum sorusuna gelince, annem o haftaya mahsus olarak cumartesi günü çalışmak zorunda kaldığından, cuma akşamı çıkışta işyerine yakın bir arkadaşının Etiler'deki evine uğramıştı. O güne kadar onlarca kez evde yalnız kalmış olmama rağmen, "eve döneyim mi?" şeklinde birkaç kere ısrarla sormuştu, ben de "ne gerek var, nasılsa yarın da o tarafa gideceksin, boşver kal orada, ben nasılsa yalnız kalırım sorun değil" şeklinde ısrarla kendisine yanıt vermiştim. İyi ki de gelmemiş, çünkü annem benim kadar soğukkanlı bir insan değil, bağırırdı, adam üstümüze saldırırdı belki, belki onun çantasını da alırdı, belki de annemin tansiyonu fırlardı, daha kötü şeyler de olabilirdi... Bu duruma da şükretmesem de, Pollyannacılık oynamaktan başka çözüm yok. Kader, kısmet, can sağlığı diyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder